12 Haziran 2012 Salı

Pamukkale'de Evlenmek

Aslında başlık Denizli'de evlenmek ya da Denizli'de gelin olmak gibi birşey olsa daha iyi olabilirdi ama bana Denizli'yi ilk sevdiren şey Pamukkale olduğu için başlık da böyle oldu, düğün çekimlerinin yapıldığı yer de Pamukkale oldu.
Aslında düğünü de orada ayapmak hayalimdi ama hayalimden daha güzel başka bir yer bulduğumuz için Pamukkale'den vazgeçildi. Fotoğraf çekimleri açık havada Pamukkale'de çekilsin dedik.
Bir kere düğün çekimi var diye orayı boşaltmıyorlar tabii ki. Gittiğiniz de bütün turist kafileleri sizi bekliyor. görünce mutlu oluyorlar. sizinle fotoğraf çektirmek istiyorlar. Şarkı söylüyorlar. Tebrik ediyorlar. Zaten gelin olduğunuz için kendinizi prenses sanıyorsunuz bir de o kadar ilgi kendinizi süperstar falan sanıyorsunuz. Harika!! :)




Sonra böyle harika pozlar vermeye başlıyorsunuz. Tabii ki iyi bir fotoğrafçı ile çalışmak şart. Denizli'de bilinen en iyi fotoğrafçı ile çalışmak istedik. Erdem Ekşi'yi bulduk. Uçuk fiyat istemedi sağ olsun. Arkadaş hatrı da koyduk araya. :) çok güzel fotoğraflar çıktı ama çok yorucuydu. Arkadaşlarımız da bizimle geldi. Onlarla da çekilelim istedik. Ama arkadaşlarımızı kaybettik Pamukkale'de.






















Onlar bizi takip edemeyince kilometrelerce yürüyüp eski Hierapolis medeniyetini yeniden keşfetmek zorunda kalmışlar ve bizi bulduklarında yorgunluktan ölüyorlardı. :) bu  da böle bi anı olarak kaldı işte.
  Hazırlıktı, düğündü, balayıydı... hiç bitmeyecek sanıyorsunuz ama ben bile şaşkınım. neredeyse 20 gündür evli bir kadınım. Hayret! Düğün akşamı ve balayı hiç bitmeseydi keşke ama o an bi an önce olup bitsin gibi geliyor. Bir de benim kadar oynak bir gelinseniz tabii. :)) Herşey çok ama çok güzeldi düğünümde. Ajanstan (iş yerimden) bütün sevdiğim arkadaşlarım gelmişti ve oynayacağı aklımın bile ucundan geçmeyen kzıların hepsi döktürdüler. En son gelinliği topladığım gibi pnların peşinden ben koşturuyordum. :))

Nikah şahidime gelince: Kendisi, yakın zamana kadar- yaklaşık 2 sene öncesine kadar, sadece en yakın arkadaşım Gözde'nin biricik, tatlı mı tatlı ablası Özge olarak tanımladığım ama artık en yakın arkadaşlarımdan biri olarak gördüğüm ve zor zamanlarımda yanımda olan ve bunu isteyerek içinden gelerek yapan Özge idi. Bir gelin olarak düğün gününüzde yanınızda bir adet Özge'ye ihtiyacınız var. Bu kadar açık ve net. Herşeyi düşünen, mantıklı, iyi niyetli, olaylara hakim ve strese yenik düşmeyen bir insan. Sürekli gülen ve 'Su akar yolunu bulur, keyfine bak.' türünden bir insan. Daha ne olsun. :) Buradan yine bu vesile ile teşekkürü bir borç bilirim. Kendisiyle fotoğraflarımı en yakın zamanda paylaşacağım. Zaten koskoca düğün daha bi sürü post yayınlarım kesin onunla ilgili. kikikiki.

Yeni Evliliğin Getirdikleri


  1. Güzel yemek yaptığım konusunda kendimi kanıtlamak için elimden geleni ardıma koymuyorum. (Yemek yaparken fotoğraf çekmek de cabası.)
  2. Ütü ve çamaşır yıkama konusunda hassas davranıyorum. (Evlilik cüzdanı ile kadına yüklenen bir program olduğunu düşünüyorum bunun.)
  3. Sevgili kayın validemin tamamen içten ve iyi niyetlerle bana yönelttiği yardım elleri, geri çeviremesem de, beni uyuz ediyor. ('Onu sevmediğimden falan değil, sadece bunları ben zaten yapabilirim niye yardım ediyo ki? alla alla!' düşüncesinde olduğum için. Kendimi kanıtlama olayı yine.)
  4. Kocamın evlenmeden önceki davranışları ile evlendikten sonraki davranışlarını kıyaslıyorum ki 'Evlendikten sonra heeepsi değişir.' genellemesi ve tüme varımının doğruluğu konusunda ileride ben de fikir beyan edebileyim. (Ayrıca da ortada fol yok yumurta yokken sinirlenebileyim. Ruh hastasıyım sanırım.)
  5. Kendimce sağlıklı hayat kuralları koymaya çalışıyorum. (İnatla sigara içmeye devam ederken.)
  6. Yemek yapma konusunda kendimi kanıtlarken direk kilo almaya başladım. (Bu da güzel yemek yaptığımı gösterebilir mi acaba? (Hala kanıt peşindeyim görüldüğü üzere!))
  7. Bi taraftan facebookta olur olmaz fotoğraf yüklemek istemesem ve bunu yapmasam da; herkesin iğrenç evlilik ve balayı fotoğraflarını gördükçe, bütün fotoğraflarımı facebooka yığmamak için kendimi zor tutuyorum.
  8. En güzel düğün ve en güzel balayının bana ait olduğunu;  en güzel gelinin ben olduğumu düşünüyorum inatla. (Bunu hayatında güzelliğine bir kere güvenmemiş ve bir kere bile tam olarak kendini beğenmemiş bir kızın söylediğinin altını çizerim.) 
  9. Çok erken oldu ama annemi çok daha fazla anıp çok daha iyi anlıyorum. Hatta hiç olmadığı kadar çok özlüyorum. Ama daha da enteresanı babamı düşünmemeye çalışıyorum. Çünkü babam aklıma gelince hüngür hüngür ağlamak geliyor içimden. Öyle bir durum. (Bunu çocuğum olunca falan hissetmem gerekirdi sanırım ama evlenmem yetti de arttı bile.)
  10. Elimde olmadan sürekli kocamı nasıl daha mutlu edebilirim diye düşünüyorum. Aynı ısrarlı düşünceyi onda göremeyince bozulup içime dönüp 'farkındalık, ezoterizm'  vb  gibi konularla ilgili okuma yapıp bunları aşıcam diye kendi kendime söz veriyorum. (Söylemiştim ruh hastasıyım diye.)




Amanın Evlendim!

18 Mayıs'ta birincisi Ankara'da, 26 Mayıs'ta ise Denizli'de sonuncusu kutlanan Dilşad&Yankı düğünü bütün yurdu olmasa da tanıdık sevdik insanları mutluluğa boğdu. Aman bir oynamalar aman bir kıvırmalar... Herkesin içinde var olduğuna zaten inancımın sonsuz olduğu 'Angaralı' Egeliler'in de içinden bütün ihtişamı ve aymazlığıyla ortaya çıktı.
Bi kere düğün trendlerini artık öğrenmek lazım. Ankara havası olmazsa olmazıymış bir düğünün. Şimdi düğüne geri dönersek başıma gelenlerden bir kuple sunmak istiyorum. 18 Mayıs'ta Ankara'da kına gecesi görünümlü düğünümüzün meydana geleceği Gölan Restorant'a vardığımızda ilk söylediğim şey: Nerede benim şarabııım? oldu. Bunu kibarca söyledim. Herkes gelin olduğum için beni hoş tutmaya çalıştığı için hemen getirdiler önüme. ama onu içemedim heyecandan. Sonra dedim ki 'Ben solist bağyanla görüşebilir miyim?' Solist bağyan geldi ve aramızda şu diyalog gerçekleşti:

-Merhaba ben gelin. Düğünümde oyun havası, halay türü hiç hazzetmem, istemiyorum. mümkün olduğunca pop çalalım söyleyelim. Havaya girelim. Besame Mucho falan bilir misiniz?
-Yok yabancı söyleyemem ama tabii pop çalarım. Merak etmeyin.

Bu görüşmeyi yaptıktan sonra heyecanla düğünün başlamasını bekledim. Tam çıkacakken büyük bir hızla çişimin geldiğini fark ettim ki tuvalete gitmem na-mümkündü. Ben de unutmaya çalıştım. Ve tamamen pop çalacak düğünüme çıktım. Çıkış parçamız sevgili sevgilimin (ya da kocam mı demeliyim daha alışamadım (daha doğrusu kendisini nasıl çağırmalıyım karar veremedim)) en sevdiği filmler listesinde ilk 3te bulunan Last of The Mohikans filminin soundtracki oldu. Süperdi. Sonra yine benim seçtiğim ilk dans müziğimizle dansı yaptık. O daaaa Elvis Presley: Can't Help Falling In Love With You. Herşey çok güzel. Artık pop çalsın haydi derkeeeen. O da ne. Direk oyun havasına bağlamayalım mı? Ve evet baştan sona kadar oyun havası çaldı. Önce şaşırdım. Sonra kızdım. Sonra utandım. En sonunda koyuverdim gitti. Oynadım. Hatta bi ara pop çalalaım dediler. 'Huuop oyun havası çal!' dedim.

Senenin şarkısını size takdim edeyim: 'Angara'nın bağları büklüm büklüm yolları
                                                         Ne zaman zarhoş oldun da
                                                         Galdıramıyon golları'

Bu şarkı çıkınca düğüncüler çılgına dönüyor. Bu gözler bunu gördü. Biraz telaşlandım ama şarkı bitince normale döndüklerini görünce sakinleştim.


3 Mayıs 2012 Perşembe

Yeni Evlenen Çifte Alınabilecek En Güzel 10 Hediye

Evlilik hazırlıkları sürerken sürekli aradan ufak tefek eksikler çıkıyor. Bu ufak tefek eksiklikler boyut olarak ufak sayılsalar da bazıları maliyet açısından kocaman kocamanlar. Biz de hep bunu keşke bir arkadaşımız akıl etse de bize hediye etse diyoruz. Ama böyle durumlarda genç çifte çoğu zaman gereksiz hediyeler gelir. :) İşte bunun için küçük bir liste hazırlamak istedim. Bizim sevgilimle keşke bize hediye edilse dediğimiz eşyalar listesi. Allah'tan hiç okunmayan bir blogum var da insanlar duyurmaya çalıştığımı düşünmeyecekler.
  1.  Ev Sinema Sistemi
  2.  PS3
  3. Projeksiyon Cihazı
  4. Dekoratif Aynalar
  5. Armut Koltuklar
  6. Bereket Narları
  7. Saksı Çiçekleri
  8. Radyolu Çalar Saat
  9. Lambader
  10. Dekoratif Vazolar 

Görüldüğü üzere pahalı hediyeler olduğu gibi orta halli ve ucuz hediyeler de var aralarında. Tabii ki genç çifte sorup satın almakta fayda var. Yoksa aldıkları ya da asla almayı düşünmedikleri şeyler çıkabilir bu listede  nitekim şahsına münhasır bir liste oldu. Ama bize sorsalar bunları sayardık sanırım. :)

Karalamalar - IV: Miras

Bugün annemle babam Ankara'ya döndüler. Bekar evimde son görüşmemizdi. Bir daha düğünüme gelecekler ve onlarla oturup kahvaltı yapmam, tv izlemem zor olacak. Vedalaşırken tabii ki annem salya sümük ağladı, ben metin olmaya çalıştım derken ben de koyverdim makaraları. 

Yıllardır beraber yaşadık. İyi kötü bir sürü anımız oldu. Bana verebilecekleri her şeyi vermeye çalıştılar. En güzelinin en iyisinin olmasını istediler hep benim için. Biliyorum ki ve çok üzülüyorum ki hayat demek onlar için ben demek. Yaşadıkları, yaptıkları, sahip oldukları her şeyi benim için yaptılar. Biliyorum ki her adımda kafalarında ben, her dualarında ben varım ve öyle olacağım. Ama ne yazık ki babasının prensesi, anasının kuzusu evleniyor artık. Başka birilerinin prensesi, başka birilerinin kuzusu oluyor.

Onlar için çok zor evet ama kabul etmeliyim ki benim için de çok zor. Her koşulda, her durumda, ben onlara nasıl davranırsam davranayım arkamda bir anne ve babanın varlığını bilmek her zaman bir kız çocuğu için büyük nimettir. Ben sorumsuz bir kız çocuğu olarak büyüdüm. Çünkü arkamda her zaman babam vardı ve her zaman arkamı toplardı. Çok şımartıldım ama şımarmadım çünkü her zaman annem vardı; bana haddimi bildirirdi. Gece istediğim saate kadar dışarıda durabilirdim sonrada kimin evinde kalsam derdim olmazdı çünkü babam beni ne olursa olsun gelip alırdı. 

Şimdi başka bir adam var hayatımda. Beni sevdiğini biliyorum. Ona güvenebileceğimi biliyorum ama her koşulda anne ve babam gibi arkamda olacak mı? Bu soruyu sormam ona güvenmediğimden değil bazı şeyleri sadece zamanın göstereceğini bildiğimden. Başkalarının da kızıyım artık. Ama onlar beni her koşulda koruyup kollayacaklar mı? Beni kendi kızları gibi görebilecekler mi? Hepsi zamana bağlı.

Annem sevgilimle çıktığımız zamanlarda 'Her şey nişanlılıkta belli olur.' demişti. Erkeklerin ne kadar severlerse sevsinler koşullar değiştikçe davranışlarında değişiklikler olabileceğinin sinyali vermek için. Sevgilim değişti mi? Hayır. O hep böyleydi ama bana bu huzursuz hallerini göstermek zorunda kalmıyordu. Çünkü dert edecek bir şeyimiz yoktu bu zamana kadar. Şartlar normale binince nasıl olacak acaba? Ben değiştim mi? Bilmiyorum. Onu da sevgilime sormak gerekir. 

Ama ben annemle babamdan kalan en güzel mirasım varken, onların bana öğrettiği en güzel şeye sahipken sanırım değişsem de çevreme ve kendime huzursuzluk çıkarmak gibi bir durumum olmayacak. Annemle babamın bana öğrettiği en güzel şey 'Küçük şeylerle mutlu olmak' ve 'Anın tadını çıkarmak'. Annemle babam bilmeden de olsa 'Carpe Diem' düsturunun yaşayan en büyük temsilcileridir. Bulundukları durumu keyifli hale getirebilen, o andan zevk almayı bilen. Kötü ayrıntıları değil güzel ayrıntıları göz önünde bulunduran iki minnoş insan. İşte 26 senede bu iki şeyi öğrendim onlardan. Her durumda mutlu olabilecek bir şeyler bulup çıkarmak. Bunun için kendimi çok şanslı hissediyorum ve bunu beceremeyen insanlar için gerçekten üzülüyorum. Yok yok hatta böyle insanlar beni çok sinirlendiriyor.

Ayrıntılar... Ayrıntılar... Ayrıntılar... Evet önemliler. Ama hep mi kötü detaylar var hayatta. Biraz da güzelliklerini görsek. Kendimizi bunlarla dindirsek? Hayat zaten bir avunma sanatı değil midir? Kendisini en iyi avutan en iyi yaşayan değil midir? E amaç iyi yaşamak değil midir? Ya da mutlu olmak? 

Umarım sevgilime de bir gün küçük şeylerle mutlu olmayı ve anın tadını çıkarmayı öğretebilirim. Yoksa gerçekten büyük sinir harpleri beni bekliyor. Annemle babam gitti. Sevgilim kaldı elimde. Hep beraber  dördümüzün kahvaltı yaptığı ilk günü bekleyeceğim. :) 

Annemle babamın bana bıraktığı en güzel iki şeyi hiç unutmadan...


30 Nisan 2012 Pazartesi

Karalamalar - III: Evlilik Hazırlıkları

Şu an 26 yaşındayım ve yakında evleniyorum. 1 aydan az bir süre kaldı. Heyecanlı mıyım bilmiyorum. Stresli miyim? Biraz.. Korkuyor muyum? Biraz... Umutlu muyum? Evet, kesinlikle...

Evlenmeye niyetim hiç mi hiç yoktu aslında. Sevgilimle beraber olmaya başladığımızda bile 'Ben evlenmeyi düşünmüyorum.' deyip kestirip atmıştım. Aslına bakarsanız onun da çok umurunda değildi evlenmek isteyip istememem. Ama bu konuşmaların üstünden sadece 1 sene kadar bir zaman geçti ve işte evleniyoruz.

İkimizde artık evlenelim diye ölüp bitmedik bu girişten anlaşıldığı üzere. Yine ailelerin 'Aman çıkıp da napıcaksınız, evlenin işte güzelce.!!' baskıları üzerine mecbur kaldık. Mecbur kalmak derken 'Beraber olmak istiyoruz. Mutluyuz. Buna bir ömür boyu katlanabiliriz herhalde.' türünde düşüncelerle ailelerin gazıyla da evlilik hazırlıklarına başladık.

Tabii ki davulun sesi uzaktan hoş geliyor. Evlilik hazırlıkları çok güzel bir akşam için organizasyon hazırlıkları, sevgilinle bir ömür paylaşacağın evin dekorasyonu türünden masalsı tümcelerle azımsanamayacak kadar stres yüklü bir süreç. Ailelerin işin içine girmesi, her kafadan bir ses çıkması, para kısıtı ve herşeyin güzel olmasını istemen üzere tam anlamıyla kaynayan bir kazana dönüşebiliyor. Bununla beraber evlilik hazırlığından önce bütün sinirleri alınmış sandığınız, stresin s'sini bulamadığınız sevgilinizin herşeyi kafaya takan, detaylarda kaybolan ve kötü senaryolar yazarak gününü geçirmeye başlayan bir insan halini alması iyice içinden çıkılmaz bir durum yaratıyor. Gözlerime bakınca eriyip bittiğim adam artık bana  bakıyor ve görmüyor neredeyse. İşte bu yüzden keşke biraz daha erteleseydik dedim kaç kez kendi kendime. Ama ayrılmayı düşünmüyorsan eninde sonunda yaşayacaksın bunları. O yüzden ne kadar erken o kadar iyi biraz da. Sevgilimin evlendikten sonra eski halini alması biraz zaman alsa da mutlaka o boş vermiş ve relax haline geri döneceğine dair inancım yerinde. Her şey çok güzel olacak eminim.

E peki o böyle stresten yanıp kavrulurken sen çok mu rahatsın derseniz? Ben bu olayın neresindeyim tam olarak konumlandıramıyorum kendimi. Şu anki tek derdim kimsenin kalbi kırılmadan bu evreyi atlatabilmek. bu döneme damgasını vuran bu stres ya da sevgilimin bakan kör haline gelmesinden öte annemle yaşadığımız kavgalar oldu. Annem çok acımasız, haksız davranışlar sergiledi. Şimdi anlıyorum ki dikkat çekmeye çalıştığı için ağlayıp zırlayan çocuklar gibiymiş. Tek çocuk ve kız çocuğu olduğum için, ailemden uzakta başka bir şehirde evlenip yerleşeceğim için, annem hiç tanımadığı bilmediği yaban ellerde değişik adet törelerle muhatap olduğu için inanılmaz bir stres ve korku içindeydi. En sonunda sayısız kavgalarımızdan birinin sonunda bir akşam bana bağırdı ve 'Kızım ellerimin arasından kayıp gidiyor tutamıyorum!!' dedi. O an anladım asıl meselenin ne olduğunu; annem beni kaybetmekten korkuyordu. Biricik kızı başkalarına 'Anne' demeye başlamıştı. Bir adama anne babasından daha yakın olacaktı. Daha çok güvenecekti. Buna alışmanın kolay olmayacağını o an anladım. Kendisinin ufaktan kaçırdığını düşünerek orada noktaladım bu tartışmayı. Daha sonra benim kalbimi bu tür şeylerle çok kırdığını anlayarak; biraz da evlilik düşüncesine alışarak sanırım yavaştan normale döndü. Şu an bir sorun yok gibi görünüyor. Anneler çok hassas oluyorlar böyle dönemlerde. Dikkat etmekte fayda var.

Ama asıl evlilik için ısrar kıyamet eden de kendisiydi. Annelerin bu evlilik ve damat merakı inanılmaz gerçekten. Hem kızımız kimseye muhtaç olmasın, kendi ayakları üzerinde durabilsin diye okutup iş güç sahibi yaparlar hem de hiç hayatını yaşayamadan evlen evlen diye baskı yaparlar. ben sevgilimle beraber olmadan önce bile 'Hemen sevgili bul ondan sonra da hemen evlen!!' diye ısrar ederdi. Oldu! Annem emretti hemen sevgili bulayım. Hemen de evleneyim!! Görürsem söylerim.

Ama aynen öyle oldu işte. Annelerin bilinçsizce yarattıkları bu 'Secret' olayı gerçekten kayda değer. Bu düşünceye o kadar inanıyorlar ve enerjilerini o denli yayıyorlar ki oluyor gerçekten. Neyse bende hiç mi yok? Evlenmeye hiç niyetim olmasa ben de yan çizerdim. (Gerçi elimden geldiğince uzatmaya çalıştım ama...) Benim de içimde varmış demek ki.

Neyse hazırlıklara geri dönersek: Ben gelinlik, saç ve makyaj ile dekorasyon (eşyalar, perdeler vb.) ile ilgilendim. Sevgilim ise geri kalan her şeyi üstlendi. :) İşin ilginci ben bu kadarını bile halledemezken ve halen kafamda soru işaretleri ile kıvranırken o koskocaman bir organizasyonun altından kalktı.

Ben kendi saçıma makyajıma bile karar vermedim. Dekorasyon konusunda aldığım eşyaları sevsem bile uyumlu olup olmadığım ve aksesuarlar konusunda çuvallayacağımı düşünerek biraz gerginim. İşin kötüsü daha eşyalar gelmedi ve ne olup bittiğini göremiyorum henüz.


Yaşayıp göreceğiz. :)

Karalamalar - II: Keşke Piç Olsaydım


Herşey 2 sene önce Özgür Bolat'ın birey olmakla ilgili bu yazısını okumamla başladı. Aslında bana çok ters gelen bir yazıydı. Ailemin tek çocuğuydum ve evin neşe kaynağı, ebeveynlerini üzmeyen, tüm beklentileri %100'e yakın karşılayan bir çocuk oldum. Ailemin hakkını yememeliyim. Onlar da çok iyi birer annebabaydılar hatta belli bir yaşa kadar dünyanın en mükemmel çiftinin ebeveynim olduğunu düşünerek büyüdüm. Zaman geçince her birey olmaya çalışan gencin başına gelen habis ur bana da bulaştı ve sorgulamaya başladım. Bu ur Özgür Bolat'ın bu yazısıyla bulaştı bana. Tabii ki ur demek haksızlık olur. Herkesin başından geçmesi gereken bir dönem olan toplumu, aileyi, hayattan beklentileri, umutları, umutsuzlukları... sorgulama dönemi benim için başlamıştı bu yazıyla.

Başta dediğim gibi benim için çok tersti bu sorgulama. Çok iyi anne babam vardı. Hayat güzel gidiyordu. Ailemle birkaç tartışmam olsa da ailem benim için en iyisini isterdi, benim iyiliğimi düşünürdü. Ben üzülerek isteklerimden vazgeçsem de ailemin dediği olduğu için benim bile içim bir derece rahattı. Onları sorgulamak haksızlıktı. Onlar iyi insanlardı. O yüzden toplumu sorgulayarak başladım. Toplumun insan üzerindeki dayatmalarını keşfettim. Sonra anladım ki anne babamda da sorun vardı ama onlar da toplumdan etkilendikleri, geçmiş yılların, ataerkil aile yapısının etkilerini taşıyarak bugünlere süregelmiş toplumsal anlayışın etkisinde kalarak yaşamışlardı. En iyi bu tür yaşamı biliyorlardı ve en iyi bildikleri şekilde beni yetiştirmişlerdi. Ellerinden gelenin en iyisi buydu.

Onlara kızdım bu sefer. Neden 'El ne der? anlayışı'nı aşamamışlardı. Neden benim ufacık gözlemlerim ve ufacık sorularım sonucunda ulaştığım bu çok başarılı sonuçlara onlar ulaşamamıştı? İkisi de okumuş, görmüş geçirmiş insanlardı. Bu kadar sığ olamazlardı. Haksızlık etmek istemediğim için üzerinde düşünmeye ve sorgulamaya kıyamadığım ailem için bu kadar acımasız eleştiriler yaptım kendimce. O zamanlar işte bu kadar sığ olabildim.

Herkesi aynı şartlar altında değerlendirmek aslında yapılabilecek en büyük haksızlıkların başında geliyormuş. Sorgulama sürecinden sonra sonuçları sindirme dönemi başlıyor sanırım. Annem ve babam büyük zorluklarla kendilerine hayatlar kurmuş orta yaşın üstünde insanlar. Yokluk içinde kendilerine şanslar yaratmış ve şansları    değerlendirerek çok daha iyiye yol almışlardı. Bütün bunları kendi bilek güçleriyle yapmışlardı. Fakat doğdukları büyüdükleri zamanı, ortamı değiştiremezlerdi. Onlar ellerindeki imkanlarla en iyisini yapmışlardı. Belki biraz daha ileriyi hedefleyebilirlerdi. Daha iyi şeyler daha farklı yaşamlar çıkabilirdi ortama. Belki bunun için kızabilirim onlara. Bir yerden sonra denemekten vazgeçtikleri için. ama kızgınlığım sadece onların kendileri için olabilecek iyi şeyler için. Çünkü onlar bundan daha iyisini bulsalardı da benden daha iyisini yapamazlardı ya da benim için çok daha farklı çok daha iyi bir ortam, imkan yaratamazlardı. Bunu söylemem kendimi beğenmişliğimden değil. Onların benim için herşeye rağmen yine en iyisini yaptıklarına olan inancımdandır.

Keşke ailem 'El Ne Der?' bakış açısını aşabilmiş, 'Kendi İçin Yaşamak' eylemini tadabilmiş, 'Kendileri İçin Bütün Şansları Zorlamış' olsaydı. Mutlaka bu onları çok değiştirir ve çok geliştirirdi. Ama anladım ki bütün bunların bana hiç bir faydası olmazdı. Ben yine bu kadar olurdum. Görebildiğim ve düşünebildiğim kadar.
İşte o zaman aileme kızmayı bıraktım ve onları olduğu gibi kabullenmeyi bildim. Yine sorguladım. Ama onları kendimce kendi imkanlarınca sorguladım. Daha çok sevdim ve şükretmeyi öğrendim.

Keşke piç olsaydım!! Ütopik bakış açısıyla bana bunları yaşattı. Sorgulamayı, değiştirmeyi, değiştiremediklerime saygı duymayı öğretti. Ve en sonunda şükretmeyi.