30 Nisan 2012 Pazartesi

Karalamalar - I: Çember ve Cambaz

İş hayatına gireli henüz 4 sene olmakla birlikte iki iş değiştirmiş bulunmaktayım. İnsanları önemli ölçüde tanımama yetecek kadar deneyim kazandığımı düşünmesem de benim de biraz tecrübem oldu tabii. İnsanları yeterli derecede tanımamış olmamın nedeni de sanırım iş ortamında kısmen hırs ve rekabete yol açacak çalışmalara gerek olmaması. Genellikle grup çalışmaları yapmak durumunda kaldım iş hayatında. Tabii ki buna çok şükür. Çünkü rekabetçi bir ofis çalışmasına bile gerek kalmadan çoğu zaman kavga bile etmeden işleri yürütebildiğim iş arkadaşlarım olmasına rağmen çoğundan nefret ettim. Tabii ki onlar da benden.

Peki rekabet yok, hırs yok, neden insanlar birbirlerinden bu kadar uzaklaşırlar ve bu kadar birbirlerine karşı cephe alırlar? Bunun belli bir cevabı yok. Ne de olsa insan bu; insanların ve insan ilişkilerinin belli bir formülü yoktur. İnsanlar genellikle işlerine geldiği gibi davranırlar. 26 yıllık yaşantım boyunca bir şey öğrendiysem o da gerçekten insanoğlunun kendini her şeyden daha değerli bulmasıdır. Annelerin çocuklarına duyduğu aşkta bile bu duygu mevcut bence. Annelerin çocuklarını severken bile kendi yarattıkları muhteşem varlığa duydukları hayranlık var. Yani kendi marifet ve becerilerini kendilerince övüyorlar çocuklarını severken. Ya da kendince çocuğunu yetiştirirken onu kendi bildiği gibi yetiştirmiş olmanın mutluluğu ile seviyor onu. Herkesten ve herkesin çocuğundan çok daha iyi olduğunu düşünerek seviyor onu çoğu zaman.

Neyse demek istediğim şu ki çoğu insanın dünyada en değer verdiği şey öncelikle kendisidir. Daha sonra kendine ait olandır. Belki de dünya düzeni için en iyisi budur. Mutlaka Tanrı'nın bir bildiği vardır. Tabii ki bu genellemenin dışında kalan insanlar da vardır ve olmalıdır da. Fakat onlar da ya çoğu zaman kullanılır, aşağılanır ve dışlanır ya da fazla aşmış insanlar olarak kendiliklerinden ister istemez toplumdan uzaklaşırlar ve yalnızlaşırlar.

Bence insanın bilinçli ya da bilinçsizce yaptığı birçok şeyin altında yalnızlık olgusu ve insanın yalnızlığa duyduğu korku, öfke ya da tam tersi hayranlık bulunuyor: Güzel olmak, şık giyinmek, iyi okullarda okumak, kibar davranışlar sergilemek... Şimdi hepsi ilk bakışta insanın kendini iyi hissetmek ya da geleceğini garanti altına almak gibi nedenlerle tamamen kendisi için yaptığı şeyler olarak görünse de bence sadece bana göre  bilinçaltımızda karşıdaki insanlara karşı ya da topluma karşı görevlerimizi yerine getirerek normal bir insan olduğumuzu kanıtlamak ve ebeveynlerimizin bize biçtiği donu başarıyla giyerek ortalıkta dolanmaktan ibaret hepsi. bunun sonucunda bir ödül var mı? Tabii ki!!  Çünkü normal bir insansın. Okulunu okudun, para kazandın, kibar ve gösterişlisin hatta belki de evlisin (işte bu senin için harika!) o zaman aferin sana. Artık yalnız değilsin. Bir sürü insan içinde onları tanıyabilme yeteneğin ve biraz da şansın varsa birkaç adam gibi dost edinebilirsin. Ama o şansın da yoksa kalabalıklar içinde yalnızlığa hoşgeldin. Ki bu yalnızlık olgusunun en  acımasız şeklidir.

Biraz abartıyor olabilirim ama bence yüzeysel yaklaşmadığımızda olaylar bundan ibaret. Ne demiş şair: Ya içindesindir çemberin ya da dışında yer alacaksın. Çemberin içiyle o kadar ilgiliyiz ki. Dışına çıkmak aklımıza bile gelmezken dışında daha mutlu olabileceğimize inanmamız oldukça zor tabii. Tabii öyle bir mutlakıyet de yok. İçinde ya da dışında mutlu olmak insanın kendi vereceği bir karar. Uyum ve gerekli normal şartlar sağlandıktan sonra içeride de dışarıda da mutlu olmak mümkün. Ama bence içeride mutlu olurken insan kendinden ve kişiliğinden ödün vererek mutlu olmayı deniyor. Dışına çıktığında ise sadece kendisi olarak mutlu olmayı deniyor. Bunun sonucunda da yalnızlaşarak kendince mutluluğu yakalıyor. Yine biraz şansı varsa kendisi gibi yalnızlaşmış birkaç dost bularak çemberin dışında kalmış kendi çemberini oluşturuyor. Sonra bu iki çember, birisi biraz daha büyük ama kendinden ödün vermişlerin çemberi, diğeri biraz daha küçük ama kendini bozmamış güçlü kalmışların çemberi birbiri ile yabancılaşıyor. Zıtlaşıyor. Kutuplaşıyor.

İş bunlar gibi birçok irili ufaklı çemberden oluşuyor toplum. Her ortamda bu ikisine tıpa tıp benzemese de birbirini dışlamaya hazır çemberler görebilirsiniz. Biraz gözlem işi sanırım. İşte ben bu yazımı  iş ortamımdaki çemberlere bakarak yazdım. Şu anda o çemberlerin çatışmasına maruz kalıyorum.

Ben hangi çemberdeyim? Ben en kötüsünü belki de en rezilini yapıyorum(bir açıdan) ve çemberin üzerinde dolaşmaya çalışıyorum. Her an dışarı düşebilirim. İçeride de olmak istemiyorum. Tek başıma da kalamıyorum. Bu çember üstünde yürümeye çalışmanın beni cambaz yapmasından korkuyorum. Çünkü cambazlar nabza göre şerbet verirler, korktuklarında geri çekilirler, inandıkları şeyler için savaşamayıp hemen  başka bir çember yaratırlar. Ben cambaz olmak istemiyorum.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder